Yıllarca ilkokul öğretmenliği yaptım. Birinci sınıf öğrencilerimle sık sık oyunlar oynardık. Bu oyunları bir şekilde, öğreteceğim konularla da ilişkilendirirdim. Dersin bir kısmı mutlaka oyunla geçerdi. Öğretim metotlarım ve çocukların öğrenme biçimiyle ilgili tüm velilere seminerler verirdim. Bazısı ikna olmamış olacak ki bir gün tatsız bir olay yaşadım. Bir veli “Tekin Hoca, çocuklara anca oyun oynatıyor. Hiç ders çalıştırmıyor. Ödev de vermiyor.” diye beni okul müdürüne şikâyet etti hatta çocuğunu benim sınıfımdan alıp başka öğretmene kayıt ettirdi. O velinin gözünde ben başarısız bir öğretmendim. Aylar geçti ve benim öğrencilerim okuma yazmayı diğer sınıflardan geç tamamladı. Diğer sınıflar masal kitapları okumaya başlamıştı ama biz hâlâ harfleri ve sesleri çalıştık. Hızlı bir şekilde öğreten sınıfın öğretmenine teşekkürler, hediyeler geldi. Öğrencilerimle keyifli ders işlemekle meşguldüm. Bir zaman sonra idari katlarda öğrenemeyen çocukları olduğu için ağlayan anne ve babalar görmeye başladım. Ebeveynlere şunlar denildi; “Çocuğunuz yapamıyor, arkadaşlarına yetişemiyor, öğrenme güçlüğü var.”
O hâllerine o kadar üzüldüm ki. Düşünsenize hayattaki en değerli varlığınız okulda sorun yaşıyor. Başaramadığı için ağlıyor. Ödevler zor geldiği için psikolojisi bozuluyor. Okul fobisi başlıyor. Sabahları sebepsiz yere karnı ağrıyor. Tüm bunların sebebi ne? Başarılı, gayretli olarak görünmeye çalışan, sadece akademik başarıya odaklanmış, yaşa uygun olmayan disiplini takıntı hâline getiren öğretmenler ve toplumun beklentisi. Birinci sınıf öğrencileri arasında yaş farkı vardır. Ay farkı dahi öğrenme sürecini çok etkiler. Bu nedenle tüm öğrencilerin uyumlu ilerlemesini sağlamak gerekir. Çabucak kavrayan birtakım öğrenciyle hızlıca ilerlemek mümkündür ama büyük hatadır. Çocukların okula ve arkadaşlarına uyumu her şeyden önemlidir. Finlandiya gibi dünyanın en başarılı eğitim sistemine sahip ülkelerinde formül şudur: “Bireysel başarılardan çok, toplumsal başarı ve uyum önemlidir. Bireysel başarılar reklam odaklıdır, rekabet doğurur, toplum menfaatperest olur. Toplumsal başarı ve uyum, başarı getirdiği gibi toplumsal barışı da sağlar.”
Klinik bir sorunu olmadıkça hiçbir öğrencimi ailesine şikâyet etmedim. Bir öğretmen olarak sınıftaki basit sorunları aileye şikâyet etmekten daha büyük acizlik görmüyorum. Bunun “Sizin çocuğunuzla uğraşmak istemiyorum. İşimi sevmiyorum ve gereğince yapamıyorum.” demekten bir farkı yok gözümde. Sınıftaki sorunu ebeveyn mi gelip çözecek?
EV ZİYARETİ
Sağlıklı ve uzun soluklu iletişim kurabilmek için tüm velilerimi okula davet ederdim. Bir defaya mahsus da öğrencinin evinde ziyaret ederdim. Günlük misafirliğe gitmişçesine havadan sudan konuşurdum. Öğrencinin gurur duyulacak yanlarını söylerdim. Sınıfta bir sorunu varsa ve aileden destek almam gerekiyorsa da iş birliği yapmasını rica ederdim. Ev ziyaretinde çocuğun odasını gezip, çayımı içip arkadaşça sohbet ettikten sonraki gün sınıfta o öğrencimin bana bakışı değişirdi. Ailesiyle arkadaş olduğumu düşünür ve her dediğimi ciddiye alırdı. Beni üzmek istemezdi.
OKULUN EN BAŞARILI SINIFI
Şikâyet edildikten sonra başıma gelenleri merak ettiniz mi? Şikâyetten sonra neyi değiştirdim? Hiçbir şeyi değiştirmedim. Derslerde olması gerektiği gibi milli eğitim müfredatında belirtilen hızda ilerlerdim. Oyunlar eşliğinde öğrettim ki çocuklar, bu sayede öğrenmenin zevkine vardılar. Bazı öğretmenler, daha başarılı görünmek için acele etmeye devam etti yani resmi olarak kurallara uyan bendim. İkinci sınıf matematik dersinde de diğer sınıflar daha başarılı göründü. Çarpma işlemlerine müzikle birlikte ya da spor yaparken oyun havasında öğretmeye devam ettim. Öğrencilerim üçüncü sınıfa geldiğinde uyumlu ve takım çalışmaları yapabilen bir sınıf hâline geldi. Almanya’daki sisteme çok hâkim değilim ama Türkiye’de özel okullar, üçüncü sınıftan itibaren ülke çapında sınav yapar. Tüm öğrenciler bu sınavlara katılabilir. Okullar, başarı durumuna göre de burs imkânı sağlar ve müşteri kapmaya çalışır. Öğrencilerim ülke genelinde yapılan sınavlarda her zaman üst sıralarda yer aldı. Okulun en başarılı sınıfı hâline geldi hem de çok bariz farkla. Çok defa Ankara’nın en başarılı sınıfı seçildi. İşte o zaman ebeveynler gerçeğin farkına vardı ve kalben tatmin oldu. Üç yıl boyunca eleştirildim, güvensiz gözlerin bakışına şahit oldum. Dersleri sevilecek duruma getirmek için maymun olmadığım kalmıştır. Çok yoruldum, çok enerji sarf ettim ama değdi. Üç yıldan sonra emeklerimin karşılığını aldım. Başarılı, uyumlu ve mutlu çocuklar, mutlu ailelerin olması ve eğitim camiasında gerçeklerin ortaya çıkması benim için önemliydi. Her okulda, bir iki tane oyunun önemini kavramış ve bu mücadeleyi veren öğretmene şahit oldum. Büyük bir çoğunluk, sadece akademik başarıya odaklı görev yapıyor. Unutmamak gerekir ki toplumu şekillendiren öğretmenlerdir. Kendi çocuğuna nasıl bir öğretmen istiyorsan sen de öyle olmalısın. Aksi taktirde çöküşe giden bir topluma sebep olunur. Kendimi neden anlattım? Sadece sorumluluğumu yerine getirmek için. Almanya’da öğretmenlik yapmıyorum, dolayısıyla kendimi reklam etmediğim için gönlüm rahat. Hepsi yaşanılmış tecrübe. Bu tecrübeler, topluma karşı sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Oyunun önemiyle ilgili binlerce makale yazılmıştır. Yaşadıklarım, bu yazılanların somut olarak test edilmiş bir örneğidir. Eğitim düzenlerinin ve öğretmenlerin bir reforma ihtiyacı var. Ailelerin bakış açısının değişmesine ihtiyacımız var.
ÇOCUĞUN DOĞASINDA OYUN VARDIR
Çocuğun kendine has doğasında oyun vardır. O doğaya girip gezinmek lazım. Aksi hâlde çocuğun florası bozulur. Karakteristik özellikler öğretilemez, edinilir. Herkes başarısızlık karşısında yılmamak gerektiğini söyleyebilir çünkü öğretilmiştir. Bazıları başarısızlık karşısında yılmadan devam edebilir çünkü bu huyu edinmiştir. Çocuğun büyüdüğü toplumun dilini konuşması, bir edinme şeklidir. “Kimse bir bebeğe şu gramerde konuşacaksın.” diye öğretmez. Azim, sabır, şükür, minnet, cesaret, itidal gibi hasletler öğretilemez, edinilir. Bunun da yöntemi oyundur. Oyunun önemine bu kadar değinmişken küçük bir oyun paylaşıp yazıma son vereceğim.
YENİ BİR OYUN
Oyunumuzun adı “Canlı Yayın” olsun. Bu oyun için büyük bir kutu ve boya kalemlerine ihtiyacınız var. Çocuğunuzun içine sığacağı büyüklükte bir kutu bulun. Kutusunun arkasında çocuğun gireceği genişlikte bir kapak açın. Ön tarafına radyoya benzeyecek şekilde düğmeler ve hoparlör resmedin. Çocuğunuzla birlikte boyanması daha zevkli olabilir. Radyo yayınının başlamasını istediğinde kutunun içine giren çocuğunuzu mutlaka dinleyin. Dinlediğinizi de hissettirin. Bu aktivite çocuğunuzu yakından tanımanız için iyi bir fırsat olacaktır. Dilediğinde şarkı söylesin, şiir ve tekerlemeler okusun, ev ve okulla ilgili haberler versin, arkadaşlarından bahsetsin. Kendini daha rahat ifade etmesi için radyo olmayı tavsiye ediyorum. Kendisi görünmediği için duygularını ve yaşadıklarını daha rahat ifade edebilir. Radyo olmak sıkıcı hâle gelmeden onu terfi ettirebilirsiniz. Artık televizyon spikeri olabilir. Radyoyu televizyona çevirin ya da ikinci bir kutu ile yeni bir televizyon yapın. Çocuğunuz artık görsel yeteneklerini de ortaya koyabilir. Sosyal medyanın hayatımızdaki yerini düşünecek olursak biraz daha yenilik katabilirsiniz. Kutunun kenarına YouTube logosu çizebilir ve internet yayıncılığı kurgusu da yapabilirsiniz. Ailece izleyebileceğiniz yeni bir televizyon kanalınız olduğu için mutlu musunuz? Bu oyunda hissettiklerinizi ve tecrübelerinizi benimle paylaşmanızdan mutluluk duyarım.
Sevgiyle ve oyunla kalın!
コメント